20 Eylül 2010 Pazartesi

Altınkoza ve Reha Erdem Sineması

Benden öyle çok entellektüel yazılar beklenmez ama Altınkoza'yla beraber her sene biraz olsun tabiri caizse "sanatsal filmler"i izleme olanağım oluyor. Geçen sene jüri başkanı olduğu için sanırım yoğun bir Nuri Bilge Ceylan programı vardı. Kasaba'yı Mayıs Sıkıntısı'nı hatta sonrası söyleşili Üç Maymun'u da bundan önceki festivalde izlemiştim. Üç Maymun lafı geçmişken beklirteyim, filmin o zamanki popülerliği göz önünde bulundurulduğu zaman NBC'nin filmlerini seyretmek için gelen filmseverler uğruyordu. Geleneksel Altınkoza davranışları vardır ki onlara da sonra dokunayım.

Bu festivalde de bir Reha Erdem ağırlığı var. Geçen yıl yanlış hatırlamıyorsam(hatırlamıyormuşum) "En İyi Yönetmen" ödülünü almıştı, büyük ihtimalle de bugün izleyebildiğim Kosmos'la. Reha Erdem bende çok büyük bir ilgi ve hayranlık uyandırdı. Bugün ilk önce "A Ay"ı izledim. Aslında bilet alırken bile bile zorlandım en başta. İlk Festival filmimdi ve halkın filmler üzerindeki etkisini çok bilmiyordum. Salonun tamamı dolmamış da olsa yine de ciddi bir kalabalık vardı. Buna bu seneki festival filmlerinin tamamen ücretsiz olmasının da büyük bir katkısı vardır. Film başladığında da zaten ilk önce filmin çoğunun geçtiği köşkü tanıyorsunuz. Öykü ise Yekta'nın öyküsü. Annesi onu yıllar önce yeşil bir salla boğaza açılarak terketmiş. Köşkte ise halası ve felçli dedesiyle kalıyor. Rüyalarında tanıdığı annesinden dolayı köşkü bırakamıyor. Yekta'nın diğer halası ise İngilizce öğretmeni. O yiğeninin tahsilini düşünüyor. Köşkün kasvetli havasının kıza bulaştığını görüyor ve istediği kız tipini de yerleştirmek istiyor. Okuduğum kadarıyla köşk Anadolu Hisarı'nda yer alırken, diğer halasının evi de Adalardaydı. Film belki de İstanbul'un en güzel zamanlarından kesitler sunuyor. Adanın güzelliğiyle güzelliğin bir parçası olan martılar hep içiçe oluyor. Ama adanın bir sakini var ki sanırım ülke sınırlarında yaşayan büyük küçük herkes onu tanıyor. Münir Özkul kilisenin bekçiliğini üstleniyor. Yekta'nın adadaki gezileri sırasında rastlaşıyorlar onlar da. Halaları onu anlamazken o hep onu anlıyor ve bu sebepten kendini birkaçkez onun yanında buluyor. Bir film için yazmam gereken kotayı çoktan aştığımı farkedip bugün seyrettiğim ikinci filme döneyim istiyorum.

Seyrettiğim ikinci film de Reha Erdem'in son filmi, kendisini de zaten son zamanlarda Avrupa'da aldığı ödüllerle ünlü eden film, Kosmos. Bembeyaz bir zeminde başlıyor ve bitiyor. İki sahnede de ana karakter Battal'ı koşuştururken görüyoruz. Buradaki hikaye biraz daha farklı. Kendini dünyevi zevklerden arındırmış bir adam, aşkı arama yollarına düşmüş gibi görünüyor. Davasında başarılı ama aynı zamanda bir hırsız. O geldikten sonra herşey biraz daha farklılaşıyor. Kimse başından beri onu tamamen anlamıyor. Aslında onun yapmak istediği biraz olsun sevgisini dağıtmak oluyor hep ama başına gelen işler de hep bu yüzden geliyor. Filmde sürekli bütün canlıların aynı olduğunu, tek mutlak sonucun varlığını, ölümü vurguluyor.

İki filmde de ortak yönler vardı. Benim en çok dikkatimi çeken sesler oldu. A Ay'da entonasyonu bozuk saatin sesi çok hoşuma gitmişti. Martı sesleri, sessizlik, hepsi uyum içindeydi sanki. Kosmosta ise zirveye ulaşıyor. Ki bildiğim kadarıyla yurtdışında alınan ödüllerden biri de sesle ilgisi olması lazım.

Festivale değinecek olursak da tepkimi çeken birkaç olay var. Bu sene, söylediğim gibi bütün festival filmleri ücretsiz olarak veriliyor. Bana kalırsa geçen seneki uygulamadan vazgeçilmemeliydi. Geçen sene biletlerin 1-2 lira gibi komik bir fiyatı vardı. Bu anlamsız seyirciyi bir nebze uzaklaştırıyordu. Gereksiz yere salonları dolduran çoğunluk için de, filmi izlemek isteyen azınlık için de iyi olabilecek bir uygulama olurdu bu. Kosmos'ta bir sorun yaşamadım ama A Ay'da filmin ortasında bazı seyirciler artık dayanamayıp çıkmaya başladı. Diğerleri de bunu bekliyormuş demek ki ki öncüleri takip etmeye başladılar. Ayrıca filmlerin olduğu kitapçık tükenmiş, onu edinseydim güzel olabilirdi :)

Sonuç olarak bu seneki festivali kaçırmadığıma şükrediyorum. Son günlerinde buralarda olamasam da bir kısmından tutabildim hiç değilse. İlk izlenimim şu ki geçen yılkinden biraz daha sönük olsa da Altınkoza bu sene yine iyidir. Bana da şu son günlerimde bol bol filme gitmek düşer :) Bol filmli günler...

Blog Yazarlığı ve "Bir Dolap Kitap"



Pek çaktırılmıyor ama Türkiye'de aslında ciddi bir blog yazarı var ve gittikçe artıyor. Özellikle belli bir teması olan, hayatının bir parçasını tamamen aktaran bloglar iyice okuyuculara yardımcı oluyor. Ağbim aracılığı ile "Bir Dolap Kitap" ile tanıştım. Özenle o kadar çok zaman ayırılıyor ki ve bu sayede o kadar büyük ki, benim gibi bu kadar geç başlamış bir insan bir haftasını tamamen ayırsa belki de bütün arşivi baştan sonra okuyamaz. İçindeki incelemelerden birini okuduğunuzda da o kitabın dışında en az 3-5 kitap hakkında da bilgi sahibi olmaya başlıyorsunuz ister istemez. Yönlendirmeler sizi, eğer ilginizi çektiyse bahsi geçen konu, kütüphanenin benzer kitaplarını da tanıyorsunuz. Yazarlarıyla da bayramda tanışma fırsatı buldum. Yıldıray abi ve Banu abla gerçekten çok samimi insanlara benziyorlardı daha ilk görüşten ve açıkçası kitaplıklarına bayıldım...

Şu son fotoğraflar dışındaki girdilere bakıyorum da pek de karanlık değil bu yazım. Acaba blogum ve benim için de yani bir sayfa mı açılıyor :)

22 Ağustos 2010 Pazar

21 Ağustos 2010


Aylar sonra ilk kez aldım. E oyunculuk piyasasına da dönmek lazım bi süre sonra.
(bir de şu telefondan email atma işini halledebilsem daha güzel olacak, gecikmenin sebebi budur.)

19 Ağustos 2010 Perşembe

19 Ağustos 2010

Hele hele ramazanda birebir...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

18 Ağustos 2010

Benim küçük stüdyom.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

16 Ağustos 2010



işte bu tablo beni bugün mutlu etti. devlet dairelerinde dönerken aklıma geldi bi ara, ki o zamanlar ulaşmış sanırım bu kargo da eve. çizgiromanı çekilişten kazandık, diğer herşey için Burak Başkol oldu. ulan bu adam beni seviyor diyorsun işte. yazmayı sevdiğimi biliyor sağolsun, bir de defter almış. fotoğraflar da cabası. yalnız burada eksik olan bişi var ki o da tşört. o da üstümde olduğu için kadraja girmemiş tabi. teşekkür ederim dost.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

13 Ağustos 2010

Yani aksatacağım aklıma gelirdi de ilk günden aksatacağım... Buyum sanırım ben :)